İlk olarak Tim Burton’ı gerçekten çok
sevdiğimi belirtmeliyim. Bana göre atmosfer yaratmaktaki başarısı çok sayılı
yönetmende var ve bir filmin başarılı sayılabilmesi için ana şartlardan biri.
Şahsen her filminde karşılaştığımız o tuhaf, karanlık ama içten tarzını çok
beğeniyorum. Yönetmen olarak her filminde kendine ait farklı bir tarafa yer
vermesi de onu daha başarılı kılıyor. Bu şekilde filmlerindeki karakterlerle
seyirci de daha kolay bağ kurabiliyor.
Filmleri fazla övdüğümü düşünebilirsiniz. Bu
nedenle Tim Burton’ı benim sevdiğim gibi
sevmiyorsanız genel olarak eleştirildiği noktaları bilmeniz gerektiğini
düşündüm. Yarattığı başarılı atmosferler ne kadar beğenilse de filmlerinin
yeterince akıcı olmadığını düşünenler var. Ek olarak, filmlerinin görsel açıdan
harikalar yaratırken karakterleri sığ bıraktığını söyleyenler de yok değil.
Bazıları da “korkutucu” olmaya çalışıp tarzındaki “abartı” yüzünden başaramadığını
düşünüyorlar.
Açıkçası ben bu sözde “abartı”ları durumları
fiziksellikten çıkartmak için kullandığını düşünüyorum(Örneğin Sweeney
Todd’daki kan efektleri...). Bunun yanında filmlerinin akıcı olduğuna da
inanıyorum(Belki Dark Shadows istisna olabilir.) . Ancak onu her ne kadar
Johnny Depp ve Helena Bonham Carter’la çalışırken çok beğensem de farklı
projeler denemesini çok isterim.(Yeni filmi Big Eyes’ın başrolünde Amy Adams
yer alıyor.)
Bahsettiğim beş filmi herhangi bir sıraya
koymadım, koyamazdım çünkü hepsi bana göre ayrı ayrı başarılı. Umarım siz de hepsini beğenirsiniz,
şimdiden iyi seyirler.
v Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street
“Asla unutma. Asla affetme.

İlk olarak 1846-47
yıllarında The String of Pearls: A Romance isimli hikayede ortaya çıkan Sweeney
Todd karakteri günümüze kadar orjinal hikayenin farklı adaptasyonlarında kötü
adam olarak yerini almıştır. 1979 yılında hikayede değişiklikler yapılarak
müzikal haline getirilmiş ve Tony gibi prestijli ödüllere layık görülmüştür. 2007 yılındaysa Tim Burton tarafından
müzikalin film adaptasyonu çekilmiştir. Başrollerde bir Burton klasiği olarak
Johnny Depp ve Helena Bonham Carter yer almaktadır. Filmde
Benjamin Barker eşini ve kızını Yargıç Turpin’in oyunları yüzünden kaybetmiş
saf bir berberdir. Yıllar sonra olayların yaşandığı Londra’ya geri dönen
Barker, kendini Sweeney Todd olarak tanıtmaya başlar. Eski atölyesinin boş
olduğunu öğrenen Todd oraya yerleşerek Mrs. Lovett ile garip bir arkadaşlık
kurar. Turpin’den intikam almayı
kafasına takmıştır ve bu takıntısı yüzünden tamamen delirir. Dükkanına gelen
müşterileri öldürmeye başlayan Todd, cesetlerden kurtulmak için Mrs. Lovett’e
baş vurur. İkili Mrs. Lovett’ın dükkanında payların içine insan eti koyarak
satmaya başlarlar ve olaylar gelişir. Filmde kullanılan siyah tonları, sis,
Londra mimarisi ve kostümler gerçekten seyirciyi filme çekiyor. Sweeney Todd hem
Depp ve Carter’ın oyunculuklarıyla hem de Burton’ın yarattığı karanlık Londra
atmosferiyle göze çarpıyor. Müziklerinden bahsedecek olursam gerçekten çok
başarılılar. Kesinlikle Burton’ın en iyi beş filmine girmeyi hak ediyor.
v Big Fish
“Hayatın kendisi kadar büyük bir
macera.”
Burton’ın 2003 tarihli filmi Big Fish, yönetmenin önceki projelerinden
oldukça farklıydı. Yaptığı filmlerle herkesin anlayamayacağı bağlar kuran
Burton, Big Fish’de yansıttığı baba-oğulla aslında kendi babasıyla olan
ilişkisini de mercek altına alma şansını yakaladı. Filmde, çocukluğunu
babasının canlı hikayeleriyle geçiren gazeteci Will Bloom, babasının hayatıyla
ilgili gerçekleri bilmediğini hissetmektedir. Bu nedenle hasta babasının
yakında öleceğini öğrendiğinde ondan gerçek hayat hikayesini duymak ister ve
film Ed Bloom’un hayatına dalar. Big Fish klasik Tim Burton filmlerinden genel
anlamda atmosfer olarak çok daha aydınlık. Ancak yönetmenin her zamanki
‘garipliği’ ve hikayedeki dokunuşları belli oluyor. Burton’ın ürpertici ve
özgün havasını içerdiği masallarda koruyan filmin oyuncu kadrosu da Ewan
McGregor, Albert Finney, Billy Crudup
gibi isimlerin içten performanslarıyla filme renk katıyor. İçerdiği
devler, kurt adamlar ve cadılarla hafif fantastik türüne kayan film, samimi havası
ve sağlam senaryosuyla seyirciye hayat hikayelerinin bakış açılarına göre
değiştiğini gösteren çok başarılı bir film.
v Corpse Bride
“Bir kalp durduktan sonra da
kırılabilir mi?”
Karanlık, eğlenceli
ve ölü. Tim Burton’ın gotik tarzını düşününce aklımıza gelen bu sıfatlar Corpse
Bride/Ölü Gelin’e tam uyuyor. Film, Viktoriyan bir İngiliz kasabasında geçiyor.
Yeni zengin Van Dort ailesinin düzgün yetiştirilmiş, sessiz ve hafif sakar oğulları
Victor mavi kan ancak aile servetlerini kaybetmiş Everglotların kızı
Victoria’yla görücü usulü evlenmeye hazırlanır. Şanslarına ikili tanışırlar ve
birbirlerinden hoşlanırlar. Ancak
Victor korkutucu bir ormanda evlilik yeminini ezberlemek için
uğraşırken yanlışlıkla kendisine evlenme teklifi edildiğini sanan Ölü Gelin’i
uyandırır ve eğlence başlar. Corpse Bride yalnızca senaryosuyla değil aynı
zamanda çekim şekliyle de diğer animasyonlardan ayrılıyor. Kukla animasyonunu
hayata döndüren film kuklaların inanılmaz detaylı olması ve kullanılan çekim
tekniğiyle neredeyse dijital hissi yaratıyor. Teknik detayların yanında
Burton’ın yarattığı atmosfer yine harika: Yaşayanların dünyasındaki karakterlerin
şekilleri, renkleri ve hareketleri seyirciye yaşayan ölüleri izlediklerini
düşündürürken, yeraltı dünyasındaki renkli ölüler, danslar ve müzik size ölümün
o kadar da korkutucu olmadığını düşündürüyor. Bu arada Johnny Depp ve Helena
Bonham Carter’ın Victor ve Ölü Gelin’i başarıyla seslendirmeleri karakterleri daha
gerçek kılıyor. Burton’ın hayal gücünün yanında “ölü” kavramına bakışını
gördüğümüz Corpse Bride’ı mutlaka izlemelisiniz.
v Edward
Scissorhands
“O dokunamasa da, hikayesi size
dokunacak.”
Burton’ın gençken çizdiği bir müsveddeden beri
aklında geliştirdiği Edward Scissorhands yönetmenin ana akım projesi Batman’den
sonraki ilk filmi. Haliyle onun için çok daha kişisel bir film. Ana karakter
mucidi tarafından tamamlanamayan, bir “yaratılmış insan” Edward. Maalesef
Edward’ın mucidi ona gerçek eller veremeden ölüyor ve karakterimizi makas
elleriyle yalnızlığa terk ediyor. Ancak bir gün Avon’un satış görevlisi Peg,
Edward’ın yaşadığı gotik malikanenin kapısını çalıyor ve durumu fark edince onu
evine alıyor. Alışık ve belki de ait olmadığı aile ortamına uyum sağlamayı çok
isteyen Edward Peg’in kızı Kim’e aşık olunca olaylar daha da karışıyor. Filmin
başrollerinde yer alan Johnny Depp, Winona Ryder ve Diane Wiest çok
başarılılar. Kendisi de banliyöde büyüyen Burton; Edward’ın karanlık, gizemli
ve her şeyden çok yalnız dünyası ile banliyönün geleneksel ev kadınlarının
hayatları arasındaki çatışmayı gerçekten başarıyla yansıtmış. Film, toplumun
“farklı” olana bakış açısını, insanları yararlı oldukları sürece kullanışını ve
daha sonra ötekileştirmesini gözler önüne seriyor. Edward’ın ait olmaya
çalıştıkça göz önüne çıkması ve bu şekilde daha önce olduğundan da yalnız
olması insanın içini burkuyor. Topluluğun farklılığa karşı hoşgörüsüzlüğünü bu
kadar gerçekçi görmek seyirciyi sinirlendirmeyi başarıyor.
v Sleepy Hollow
“Başlarınıza dikkat edin!”

Eski bir çocuk
masalı olan Sleepy Hollow, Tim Burton’ın ürperten sinema diliyle birleşince
ortaya her zamanki görsel şölenin yanında oldukça sürükleyici bir gerilim/korku
filmi çıkıyor. Filmin ana karakteri Johnny Depp’den başkasının oynayabileceğini
düşünmediğim Ichabod Crane kapıyı çalmış olan 19. Yüzyılın teknoloji anlayışını
çoktan benimsemiş, Orta Çağ’dan kalma soruşturma şekillerini ve adalet
sistemini eleştiren New Yorklu bir dedektif. Yenilikçi yöntemleri kullanması ve
geleneksel soruşturma tekniklerini sürekli kötülemesi nedeniyle kendini
kanıtlaması için üç olağandışı cinayetin gerçekleştiği New York’un dışında yer
alan Sleepy Hollow kasabasına gönderiliyor. Kasaba halkının bu cinayetlerin
Hayalet Süvari tarafından işlendiğini düşündüğünü öğrenen dedektif, katilin bir
insan olduğunu kanıtlamaya karar veriyor ancak olaylar beklediği gibi
gelişmiyor ve Ichabod’un gerçeklik anlayışı sınanmaya başlıyor. Sleepy Hollow,
Tim Burton’ın imzasını taşıdığını her sahnesinde belli eden bir film. İçerdiği
semboller, renk paleti ve karakterleriyle seyirciyi içine çekmeyi başarıyor.
Burton, Ichabod’un bilim ve teknolojiye olan bağlılığını ve mantıklı düşünme
ihtiyacını kasabalıların panik halleri ve batıl inançlarıyla o kadar sert bir
şekilde yüzleştiriyor ki film başarılı bir senaryo ve oyunculukların ötesine
geçerek toplumu inceliyor.
Elif Kayalı
Yorumlar
Yorum Gönder