I'm Thinking of Ending Things (Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum)

Merhaba dostlar ben Cem. Umarım iyisinizdir. Bu yazıda Charlie Kaufman geçtiğimiz günlerde Netflix'te çıkan yeni filmi I'm Thinking of Ending Things'i konuşacağız. Bunu ben değil sevgili dostum Filmin Adı Kanka yapacak. 



filmin adı ne kankaya abone olun: https://www.youtube.com/channel/UCoGR3R0VvWuqUx9OwnE2TrA

ŞİMDİ SÖZÜ ONA BIRAKALIM

Başlangıç

Ben Filmin Adı Ne Kanka. Bugün son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden birini konuşacağım. Umarım ziyaretimden sıkılmaz ve yazıyı bu cümleden sonra da okumaya devam edersiniz. Ya da umarım bu cümleye kadar gelebilmişsinizdir! Cem’e katlanan bana mı katlanamayacak (ŞAKA)

Charlie Kaufman çok sevdğim bir senarist. Önceki filmlerinin Eternal Sunshine of the Spotless Mind, Adaptation, Being John Malkovich ve Anomalisa gibi ruh hastası filmler olduğunu söylesem nasıl bir yazar olduğunu tahmin edebilir ve ondan normal bir film beklemenin anlamsız olduğunu görebilirsiniz. Kendisi Synecdoche New York ve Anomalisa filmlerinde yönetmenlik de yapmıştı. .

Bu yazı hem I'm Thinking of Ending Things'in incelemesi hem de bir analizi olacak. Yani filmi izleyip anlamadığınız şeyler varsa bunları da cevaplamaya çalışacağım. Çünkü kankalık fedakarlık demektir. Bunu sizin için yapabilirim! (umarım)

GERÇEK BAŞLANGIÇ

Bir de belirtmek istediğim şöyle bir şey var; belli bir hikaye akışının dışına çıkan filmlerden hoşlanmıyorsanız bu filmi izlemenize gerek yok. Filmin sürekli değişen zamanı sizi hayal ve gerçek arasında sıkıştırıyor. Beyin egzersizi yapıyor gibi hissediyorsunuz. Ve film bazı şeyleri de cevapsız bırakıyor. Her şeyin arkasında net bir neden arayan dostlarımızın bu filmi seveceğini hiç zannetmiyorum. Normal hikaye akışı istiyorsanız filmi sıkıcı ve anlamsız bulabilirsiniz.


BAŞLADIK. FİLMİN KONUSU

Film genç bir kadının, erkek arkadaşının ailesiyle tanışmak için bir akşam yemeğine gitme yolculuğuyla başlıyor. Açılışta genç kadının ağzından “Her şeyi bitirmeyi düşünüyorum” cümlesini duyuyoruz. Film ilerledikçe bu cümlenin kazanacağı anlam ve bitirilmesi gaye edilen “şeyler” de bizi bambaşka yerlere götürüyor. Film sadece bir vazgeçiş öyküsünü anlatmıyor. Yitirilenler, yorgunluklar, korkular, kırıklıklar ve ustaca bir korku malzemesine dönüştürülen “anılar.” Bugüne kadar “anılar”ın korku malzemesi haline geldiğini çok görmemiştik. Ben filmin uyarlandığı romanı okumadım. Ama okuyanların hepsi filmin romandaki birkaç temel ögeyi alıp kendince bir yorum olduğunu söylüyor. Filmin ilk 20 dakikasının hayli huzurlu, sakinleştirici, rahatlatıcı geçmesi etkileyiciydi. Ama ailenin evine gittiğimiz an başlayan tedirginlik o rahatlığı tamamen yok etti. Genç kadın, erkek arkadaşı ile ilişkisini bitirmeyi düşünüyor. Ama erkek arkadaşının fazla kötü yanının olmaması ona içten içe kendini kötü de hissettiriyor. Ama bir insan; olmak istemediği insanlarla, olmak istemediği bi yerde olmaktan daha kötü bir şey hissedemez. Film bu hissi harika yansıtıyor. Başarılar, başarısızlıklar; bunların hayatımızdaki payı ne derecededir? Tümü müdür, yarısı mıdır, yoksa hiç midir? Hepimiz geçiş dönemleri yaşıyoruz. Yeni bir okul, yeni bir şehir, yeni insanlar, okul bittiğinde şimdi ne olacak düşüncesi ya da hayatımızın dönüşü olmayan bir yere gittiğini hissettiğimiz o anlar. Garip bir şey, dünyada sadece kendimizin hissettiğini düşündüğümüz o duyguyu aslında hisseden yüz binlerce kişi var. Aynı filmdeki genç kadın gibi. Bazen her şey yavaş yavaş anlamını yitirmeye başlar; aşk, kimlik, anne, baba, hedefler, hayaller, gençlik. Yeni bir yarına merhaba demek isteriz ama en büyük korkumuzu unuturuz; anıları. Peki tam olarak o anılardaki sorunları çözemiyor oluşumuz, belki de çözmek istemememiz bağlıyorsa elimizi kolumuzu? Charlie Kaufman her bir kavrama birleştiklerinde değil, parçalı haldeyken anlam yüklememizi istiyor.



''BU GÖNDERMELERİ HERKES ANLAMAZ''

Ben böyle filmleri izlemeyi özledim. Günümüzde “kafa açan” filmler minvali çok yanlış anlaşılır hale geldi. İçerisine herhangi bir metafor yerleştiren ya da “hııı aslında şu şöyle” dedirten filmlerin sayısı arttı. İnsanlar da bu filmleri sadece kendilerinin anladıklarını düşünerek “herkes anlamaz” iddiasını büyüttükçe büyüttü. Sorun şu ki aslında o filmleri herkes anlıyor. Yakın zamanlardan bunun en iyi örneği The Platform'du. Şu kimdi, şurada ne oldu, şunu anlamadım gibi soruları kendi veya çevremizdeki parçalarla doldurmalıyız. Filmin o zaman ki değeri çok daha yukarılara tırmanacak. Sürekli gördüğümüz her şeye bir anlam aramaya alıştık. “Kankaa şu var ya aslında o bunu bunu temsil ediyormuş. Sen anladın mı bunu ilk izlediğinde? Kimse anlamaz bunu ben ilk izlediğimde anladım” cümleleriyle çevrili etrafımız. Tam da bu cümleleri kuracak sinema gönüllülerinin uzak duracağı cinsten bir film, o yüzden özlediğim sinema diyorum ya!

YÖNETMEN VE OYUNCULAR

Film bana sık sık David Lynch sinemasını özlediğimi hatırlattı. Sinematografi (görüntü yönetimi) ve sanat yönetimi enfesti. Sinemada izleyemediğimiz için üzgünüm. Özellikle filmin omurgasını oluşturan aile evi sekansında. Minimum kullanılan müzikler, ekonomik ışık, filmin daha klostrofobik etkisini artıracak görüntü oranı tercihini de sevdim.

Tabiki itirazımın olmadığı hiçbir şey yok değil. Yer yer bazı şeyler fazla sarkıyor ve fazla dağılıyor gibi hissettim. Ya da kafamızı kurcalayan ve soru işareti doğuran bir konuyla fazla oyalanıyoruz gibi geldi. Ama bunlar beni aşırı rahatsız etmedi. 134 dakika boyunca çıkmaya çalıştığım labirentten büyük bir hazla ayrıldım. Özellikle anne rolünde Toni Collette her zaman ki gibi şahaneydi. Zaman zaman Hereditary’deki (çok iyi bir korku filmi, izleyin) performansını anımsatsa da, karakteri çok iyi canlandırmış. Remus Lupin’imiz David Thewlis de oldukça tedirgin ediciydi. Jessie Buckley de ana karakteri o kadar zarif ve o kadar şık taşıyor ki…

GERÇEK SPOILER

Bu sırada artık spoiler olaylarına girişeceğim çünkü filmi gerçekten detay ve sürprizbozan vermeden konuşmak bir hayli zor. Filmi izledikten sonra buraya bekliyorum! SPOILERLARA MERHABA DİYİN. SPOILER, SPOILER SPOILER.


“Her şeyi bitirmeyi düşünüyorum.” Bu sözü ilk duyuşlarımızda kadının artık erkek arkadaşından ayrılmaya kararlı olduğunu düşünebiliriz. Ama burada “her şey” derken gerçekten her şeyi kastediyor. Çünkü insanın “her şey”i hayatının ta kendisidir. Bitirilmesi planlanan ise bir hayat. Kimin mi? Filmde ara ara gördüğümüz hademeyi hatırlarsınız. Film onun yaşadıklarına ya da “yaşanmamışlıklar”ına dair bir anı. Yaşamadığınız bir şey anınız olabilir mi? Filmde ana karakter gibi gördüğümüz ve hikayeyi yönlendiren kişi genç kadın. Ama sorun şu ki; bu kadın gerçek değil. Hikayede dağınık ve konvansiyonel verilen her parçayı isterseniz sıralı bir şekilde konuşalım. Belki filmi anlamak böyle daha kolay olur. Film Jack’in hikayesi. Jack yaşlanmış ve bir okulda hademelik yapıyor. Annesi oğlunu her zaman sevse ve yere göğe sığdıramasa da, Jack annesinin sözlerinin bir önem arz taşıdığını düşünmüyor. Jack’in içerisinde kanayan yarası ise her zaman babası. Belli ki Jack yıllarca babasına kendini ispatlamaya çalışmış.

ASLINDA KIZ YOK

Jack zihninde bir kadın yaratıyor. Anne ve babasıyla onu tanıştıracak olsa ne olur bunu düşlüyor. Bu yüzden film süresince aile eğer kadının bir şeyini beğenmezse bu süreç değişim geçiriyor. Kızın mesleği değişiyor, zevkleri değişiyor, ilgi alanları değişiyor… Jack kızı ailesinin beğeneceği bir şekle büründürmek için zihninde yollar arıyor Jack. Bununla beraber kızın meslekleri ve ilgi alanları Jack’in geçmişte ilgilendiği şeyler. Yani ailenin verdiği tepki aslında Jack’e geçmişte verilen tepkiler. Kadının ismi sürekli değişiyor. Bu anları gelen telefon çağrılarıyla daha iyi gözlemleyebiliyoruz. Genç kadını önce Lucy ismiyle tanıyoruz. Lucy, Louisa, Yvonne oluyor adı yer yer, en son ise genç kadın diye anılıyor. Çünkü adların bir önemi yok. Hepimizin korkuları da var. Kafamızın içini bir ev gibi düşünsek bodrum katına sakladıklarımız. Ve kapıyı açma cesareti gösterip o bodruma inmek, oradakilerle yüzleşmek. Tıpkı Jack’in evin bodrumuna tıktığı korkuları gibi. Genç kadın evi dolaşmaya başladığında Jack’in odasına giriyor. Fotoğrafta önce kendi çocukluğunu görüyor ama zamanla çocuk Jack’in çocukluğuna dönüşüyor. Sürekli zaman geçişleri var; anne ve babanın yaşlılıklarının farklı evreleriyle karşılaşıyoruz. Kafanızda bir anı kurun. Bir hikaye akışı gerçekleştirmeye çalışın. Bunu tam anlamıyla yapamazsınız. Çünkü beyniniz belirli bir akışa her zaman karşı çıkar. Bu karşı çıkmanın temelindeyse anılar var. Birisini düşünürken aklınız istemsizde olsa, bir saniyelikte olsa o kişinin yaşının farklı evrelerine gider. “Gençken böyle değildi, bir keresinde şöyle olmuştu, yaşlandığında şöyle oldu” vesaire. Bu anılar konvansiyonel şekilde dizilir, belli bir akışa göre değil. Aynı filmdeki gibi. O yüzden Jack’in annesinin daha genç halini, giderek yaşlandığını, beynindeki bozulma anlarını ve nihai ölümünü görüyoruz. En rahatsız edici yemek masası sekanslarından olan bu kısımda, Jack ailesi için mükemmel olan kadını yaratmaya çalışıyor. Biz de Jack’in ebeveynleri ile ilişkisini daha rahat gözlemleyebiliyoruz.

Filmde gördüğünüz her şey Jack ile doğrudan bağlantılı. Peki film hangi zaman diliminde geçiyor? Esasında film, Jack’in intihar edeceği güne odaklanıyor. Yaşlı bir hademe olan Jack, tüm anılarıyla, tüm hayal kırıklıklarıyla, tüm başarısızlıklarıyla, tüm yaşanmamışlıklarıyla “her şeyi bitirmeyi düşünüyor”. Filmin başında onunla alay eden iki kolejli kız, arabada giderken durdukları kafe Tulsey Town Ice Cream’de karşımıza çıkıyor. Açık konuşmak gerekirse az önce de söylediğim gibi, Kaufman öyle detaylarla aslında derinlikli ve çok parçalı bir puzzle kuruyor ki; bu intihardan önce kurulan son düşe genel bir çerçeveden bakmak için puzzle parçalarını birleştirmemiz gerekiyor. Filmin başlarında okunan şiir gibi mesela. Biz şiiri kız yazdı sanıyoruz ama kız Jack’in odasına girdiğinde bu şiirinde içinde olduğu bir şiir kitabına rastlıyoruz. Ya da kız arabadayken camı olmayan bir aynaya bakıyor. Aynaya bakması önemsiz, çünkü böyle bir kız yok esasında. Kız bodrum kata indiğinde Jack’in yaptığı manzara resimleri ve makinede yıkanan hademe üniformalarını görüyor. Ama hatırlarsanız Jack ailesine kızın ressamlık yaptığını söylemişti. Baba konunun üzerine eğildiğinde kız manzara resimleri yaptığını söylüyor. İçerisinde hüzün barındıran resimler. Ama babayla bu konuda küçük bir tartışma yaşıyorlar çünkü baba resimlerde hüzünlü bir şey olmadığını iddia ediyor. Filmin finali ile bu durum doğrudan bağlantılı. Çünkü finalde kısa sürede donmak için kıyafetlerini çıkartan ve arabanın içinde ölen Jack var. Bu sahne bir manzara resmi gibi. Her yeri karlarla kaplı bir araba, güneş yükseliyor ve ağaçlarla bir okul manzarası. Peki babanın göremediği hüzün? Karlarla kaplı arabanın içinde intihar etmiş olan Jack. Ama bu manzarayı resmetsek o hüznü görebilir mi baba?




Yine filmin bize birleştirmemizi istediği parçalardan biri de yine Jack’in odasında ki DVD kutuları. Dikkatli bakarsanız bu DVDlerin üzerinde “Unutulmaz Şanssızlıklar, Başarı İçin Verilen Uğraşlar, Ebediyen Üzüntü Veren Anılar, Sona Eren Dostluklar” yazıyor. Finale yaklaşırken Jack’in kürsü konuşmasındaki makyajların ironisi de vurucu. Farkındaysanız makyajlar çok kötü, baya gözümüze sokuluyor. Bu oradaki herkesin yalancı olduğunun bir göstergesi. Yalandan gülümsüyor, yalandan alkışlıyorlar.

Filmdeki referanslar ve resmen beni çıldırtan entelektüelliğin dibine varan muhabbetleri de açıp iyice kafanızı şişirmeyeceğim. Çünkü bunlar gerçekten ilgilisine yapılmış doğrudan göndermeler. Ben filmin analizini ve düşüncelerimi sizlere sunmak istedim.

Gerçekten buraya kadar okudunuz mu ya! Yuhh taş olsa çatlar!!!

Umarım mutlu ayrılırız, umarım buraya kadar keyifle okumuşsunuzdur. Filmi de sevmişsinizdir. Ben şimdilik aranızdan ayrılıyorum ve mekanı esas sahibi Cem’e bırakıyorum. Bu da bolca kötü şakayla yalnız kalacağınız anlamına geliyor. Ha ha!

Görüşürüz!


Yorumlar

  1. O kadar iyi bir yorum olmuş ki...Filmi anlamayan veya çok sevmeyen biri olsa bile bu yorumdan sonra her şeyi yerine oturtup filme farklı bir bakış açısı getirebilir elinize sağlık

    YanıtlaSil
  2. Başrol hanım kızımızın film ilerledikçe kıyafetlerinin renginin canlılığı azalıyor ve gittikçe daha cansız ve koyu tonda kıyafetleri üzerinde görüyoruz. Bu durum bana göre film ilerledikçe Jack’in bilinçaltının katmanlarında daha da derinlere indiğimizi , aslında oldukça renksiz, soğuk ( her ne kadar hayatının kışına denk geldiği için olaylar karlar altında geçse de ) bir çocukluğunun olduğunu anlıyoruz ( çünkü oldukça eski bir çizgifilm dondurma reklamının şarkısını mırıldanıyor ki nitekim ölmeden önce de arabanın ön camında görüyor ), dondurma almaya gidiyor. Freud oral döneme dair temel güven duygusundan bahsetmiştir. Yani çocuğun karnı doyuyorsa ve sıcak bir ortamda güvendiyse temel güven duygusunun sağlandığını söylemiştir. Nitekim Jack, kendini evinde sıcak ve güven duygusuyla yoğun bir şekilde hissetmiyor ( şömineyi kendisinin yakıp evi ısıtması + anne ve babasının bir süre boyunca bekletmesi ), ayrıca annesi dolu dolu yemek yapmasına rağmen o kadar yemeğin üzerine hiçbir şey yememişcesine üstelik oldukça büyük boy bir dondurma yiyor. Buna ek olarak dondurmacıdaki şiddet gördüğünü anladığımız kadın karakterin o yoldan gitmesini istememesi, Jack’in muhtemel intiharına ( özgürleşmesine) engel olmaya çalışması, bir nevi kaçtığı ve kendisine cehennem hayatı sunan eve geri dönüşü vurguluyor . Tıpkı şiddet gören kadınların, korkuları nedeniyle özgürce kaçıp gidememesi, şiddet gördüğü ortamı yaşanılabilecek tek yermiş gibi düşünmesi. Bunları da ben eklemek istedim :) Ellerine sağlık kankam güzel yazı olmuş 👍

    YanıtlaSil
  3. Ayrıca filmin sonunda Jack şarkısını söyledikten sonra, kendi çocukluk odasının bir benzerini sahnede görüyoruz. En son yatağına oturduktan sonra da film bitiyor. Bu da onun kanayan yarası olan, problemli çocukluğuna gönderme diye düşündüm.

    YanıtlaSil
  4. yazdiklarinizin hepsi mantikli ve aciklayici olmus, tesekkurler. yalniz bi' seyi duzeltmek ve tartismak istedim. dondurma yedikleri sahnede hepsini yemiyor jack, cogunu birakiyor ve sonra asiri buyuk bir hirs ile 'dondurmalarin dokulmesinden' endise duyup onlari cope atiyor. bunu nasil yorumlarsiniz? (herkese soruyorum).

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence jack'in hırsla aldığı dondurmalar hayatı boyunca başarmak istediklerini ve hayallerini simgeliyor olabilir ama en sonunda ne resimle ne de fizikle uğraşıyor yaşlılığında. Bu yüzden anılarına doğru zihninde yolculuk yaparken onlarla yüzleşmek istemediği için dondurmalar dökülmesin diye çöpe atmaya çalışıyor yani zihninin arka taraflarına itiyor yaşayamadığı şeyleri. Çünkü belki de karşısına çıkan fırsatları tepmiştir ve artık bunların kendisine ayak bağı olmasını istemiyordur. Umarım aşırı yorum yapmamışımdır, bu konudaki farklı görüşleri de okumayı çok isterim

      Sil
  5. filmi izledikten sonra internette aciklamasini aradim ve hicbirinden suan oldugum kadar tatmin olamadim normalde filmi anlamadigim icin degerlendirme yapmamistim ama suan 5 yildiz verebilirim muhtesem bir yazi olmus tebrikler

    YanıtlaSil
  6. Gerçekten çok güzel, görüşler , anlamlandırma ve betimleme çok hoş . Yazdığın için memnunum.

    YanıtlaSil
  7. Her şeyi çok güzel açıklamışsınız. Mükemmel bir filmdi. Hissiyatı tamamen karşıya geçiriyor. Bir an filmi izlerken boğuluyor gibi oldum sanki oradan hiç ayrılamayacakmış gibi. Zaman atlamalarında pencereden bakınca hava şartlarının değişmesi, sadece arabanın üzerine kar yağıyor olması hatta okuldaki çöp karesini görünce defalarca kez bunu düşündüğünü görebiliyorsun. Mu az zam! Ellerinize sağlık.

    YanıtlaSil
  8. Güzel yazi olmus tebrikler

    Arkadaşlar benim bloguma da bi göz atın

    YanıtlaSil
  9. Cidden bu blogu sonuna kadar okudum ve beni tatmin etti. Eline saglik aklina fikrine saglik dostum.

    YanıtlaSil
  10. Dikkat ederseniz Jackin ayakkabı bağları yanlış bağlanmış. Bu da benim nasıl takıntılı bir manyak olduğumu gösteriyor.���� Ya bırakın bu saçmalıkları...����‍♂️ Bazı şeylere fazla anlam yüklemeyelim. Yaşlı adamın karışık anılarını, hatırladığı pişmanlıklarını anlatan bir filmdi bana göre. Kötü film değildi, amma fazla iyi de değildi bu kadar anlam yüklemeyelim ya

    YanıtlaSil
  11. Abi bence sitene reklam koymalisin küçük ve çok iyi anlatmissin

    YanıtlaSil
  12. Son dönemdeki filmlerde bu kadar katmanlı bir senaryo göremiyoruz. Hayatın içinde yaşadığımız pişmanlıkları, keşkelerimizi çok güzel sorgulattı. Yazınız oldukça açıklayıcı olmuş. Ellerinize sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder